4 . Gerçekten sonraki (âhiret) ise, senin için evvelkinden (dünyadan) daha hayırlıdır.
5 . Ve Rabbin, elbette ileride (âhiret gününde) sana (ümmetinden dilediğine şefâat etme hakkı) verecek (sen) de hoşnûd olacaksın!
6 . (O,) seni bir yetim iken bulup (seni seçip, amcan Ebû Tâlib’in yanında) barındırmadı mı?
7 . Hem (sen henüz peygamberlik ve şer‘î hükümlerden) habersiz iken seni bulup, yol göstermedi mi?
8 . Hem seni fakir iken bulup da zengin etmedi mi?
9 . O hâlde yetîme gelince, sakın (onu) ezme!
10 . Ve dilenciye gelince, sakın (onu) azarlama!
11 . Ve Rabbinin ni‘metine gelince, artık (onu şükranla) anlat!
İNŞİRÂH Sûresi
1 . Göğsüne senin için (ilim ve hikmetle) inşirâh vermedik mi (genişletmedik mi)?
2,3 . Ve sırtına çok ağır gelen yükünü, senden indirmedik mi?
4 . Hem senin için şânını yükseltmedik mi?
5 . İşte şübhesiz zorlukla berâber, bir kolaylık vardır.
6 . Gerçekten zorlukla berâber, bir kolaylık vardır.
7 . O hâlde boş kaldığın zaman, hemen (başka bir işe giriş) yorul!
8 . Ve artık ancak Rabbini arzula!
TÎN Sûresi
1 . Yemîn olsun tîn’e (incire) ve zeytine!(1)
2 . Ve Sînâ dağına!
3 . Ve bu emîn beldeye (Mekke’ye)!
4 . Gerçekten (biz) insanı, en güzel bir biçimde yarattık!
5 . Sonra onu, aşağıların aşağısına çevirdik.(2)
1- “Cenâb-ı Hakk, tîn (incir) ve zeytin ile kasem (yemin) vâsıtasıyla, azamet-i kudretini ve kemâl-i rahmetini ve büyük ni‘metlerini ihtâr ederek, esfel-i sâfilîn tarafına (aşağıların aşağısına) giden insanın yüzünü o taraftan çevirip, şükür ve fikir ve îman ve amel-i sâlih ile tâ a‘lâ-yı illiyyîne (en yüce mertebeye) kadar terakkıyât-ı ma‘neviyeye (ma‘nen ilerlemeye) mazhar olabilmesine işâret ediyor. Ni‘metler içinde tîn ve zeytinin tahsîsinin sebebi, o iki meyvenin çok mübârek ve nâfi‘ (faydalı) olması ve hılkatlerinde (yaratılışlarında) da, medâr-ı dikkat ve ni‘met çok şeyler bulunmasıdır.” (Mektûbât, 29. Mektûb, 240)
2- “İnsan ahsen-i takvîmde (en güzel sûrette) yaratıldığı ve ona gāyet câmi‘ bir isti‘dad (kābiliyet) verildiği için, esfel-i sâfilînden tâ a‘lâ-yı illiyyîne, ferşten (yerden) tâ arşa, zerreden tâ şemse (güneşe) kadar dizilmiş olan makāmâta, merâtibe, derecâta, derekâta (makamlara, mertebelere) girebilir ve düşebilir bir meydân-ı imtihâna atılmış, nihâyetsiz sukūt ve suûda (düşüşve yükselişe) giden iki yol onun önünde açılmış bir mu‘cize-i kudret ve netîce-i hılkat (yaratılışın netîcesi) ve a‘cûbe-i san‘at (şaşılacak bir san‘at) olarak şu dünyaya gönderilmiştir.” (Sözler, 23. Söz, 108)