Kur'an-ı Kerim Meali
ARA
SÛRELER

ENFÂL Sûresi


1 . (Habîbim, yâ Muhammed!) Sana ganîmetlerden soruyorlar. De ki: “Enfâl (ganîmetler hakkında hüküm) Allah’a ve peygambere âiddir.” Artık Allah’dan korkun ve aranızdaki hâli (ihtilâfı) düzeltin! Eğer (gerçek) mü’minler iseniz, Allah’a ve Resûlüne itâat edin!(1)

2 . Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri ürperir; kendilerine O’nun âyetleri okunduğunda (bu, onların) îmanlarını artırır ve (onlar yalnız) Rablerine tevekkül ederler.

3 . Onlar ki, namazı hakkıyla edâ ederler(2) ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (Allah yolunda) sarf ederler.(3)

4 . İşte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için Rableri katında dereceler, bir mağfiret ve dâimî bir rızık vardır.

5 . (Onların ganîmetler hakkındaki ihtilâfı) şu hâle benzer ki, Rabbin seni evinden hak uğruna (da‘vân adına) çıkarmıştı da, (sâdece kervan için çıkıp, bir cihad emriyle karşılaşınca) doğrusu mü’minlerden bir kısmı (buna) gerçekten isteksizlerdi.

6 . (Hak) ortaya çıktıktan (ve artık cihâd gerekli olduktan) sonra, sanki onlar (göz) göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (netîcesindeki güzellikleri düşünmeden) o hak husûsunda seninle mücâdele ediyorlardı.

7 . O vakit Allah size, iki tâifeden(4) (silâhsız kervan veya silâhlı düşmandan)birinin şübhesiz sizin olacağını va‘d ediyordu; fakat (siz,) gerçekten zayıf (ve silahsız) olanın sizin olmasını istiyordunuz; hâlbuki Allah, sözleriyle o hakkı gerçekleştirmek (İslâm’ı üstün kılmak) ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu.

8 . Ki günahkârlar hoş görmese de, o hakkı gerçekleştirsin ve o bâtılı ortadan kaldırsın!


1- “Evet Cenâb-ı Hakk’a îmân eden, elbette O’na itâat edecek. Ve itâat yolları içinde en makbûlü ve en müstakîmi (istikāmetlisi) ve en kısası, bilâ-şübhe (şübhesiz) Habîbullâh’ın (Allah’ın sevgilisi olan Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın) gösterdiği ve ta‘kîb ettiği yoldur.” (Lem‘alar, 11. Lem‘a, 54)

Ayrıca Resûlullah (ASM)’ın sünnet-i seniyesine tâbi‘ olmanın ehemmiyeti için, bakınız; (Lem‘alar, 11. Lem‘a, 51-62)

2- “Evet görüyoruz ki, ale’l-ekser (çoğunlukla) gaddar, fâcir (günahkâr) zâlimler, lezzetler, ni‘metler içinde pek rahat yaşıyorlar. Yine görüyoruz ki, ma‘sum, mütedeyyin (dindar), fakir mazlûmlar, zahmetler, zilletler, tahkîrler, tahakkümler (baskılar) altında can veriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini de götürür. Bu vaziyetten bir zulüm kokusu gelir. Hâlbuki kâinâtın şehâdetiyle, adâlet ve hikmet-i İlâhiye zulümden pâk ve münezzehtirler (temizdirler). Öyle ise, adâlet-i İlâhiyenin tam ma‘nâsıyla tecellî etmesi (görünmesi) için, haşre (yeniden diriltilmeye) ve mahkeme-i kübrâya (âhiretteki büyük mahkemeye) lüzum vardır ki; biri cezâsını, diğeri mükâfâtını görsün!” (İşârâtü’l-İ‘câz, 53)

Âhiret’in kat‘î olarak isbâtı için bakınız; (Zülfikār, 10. Söz, 1-69; Sözler, 29. Söz, 190-211)

3- اُولٰٓئِكَ هُمُ اَلْمُفْلِحُونَ [Kurtuluşa erenler işte ancak onlardır]’da bir sükût var, bir ıtlak (belirsizlik) var. Neye zafer bulacaklarını ta‘yîn etmemiş (belirlememiş). Tâ, herkes istediğini içinde bulabilsin. Sözü az söyler, tâ uzun olsun. Çünki bir kısım muhâtabın maksadı ateşten kurtulmaktır. Bir kısmı yalnız Cenneti düşünür. Bir kısım, saâdet-i ebediyeyi arzu eder. Bir kısım yalnız rızâ-yı İlâhîyi (Allah’ın râzı olmasını) ricâ (ümîd) eder. Bir kısım, rü’yet-i İlâhiyeyi (Allah’ı görmeyi) gāye-i emel bilir (arzu eder). Ve hâkezâ, bunun gibi pek çok yerlerde Kur’ân, sözü mutlak bırakır (sınırlamaz), tâ âmm (umûmî) olsun. Hazf eder (kısaltır), tâ çok ma‘nâları ifâde etsin. Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun. İşte اَلْمُفْلِحُونَ [Felâha erenler] der. Neye felâh bulacaklarını ta‘yîn etmiyor. Güyâ o sükûtla der: ‘Ey Müslümanlar, müjde size! Ey müttakî (günahtan sakınan)! Sen Cehennemden felâh bulursun. Ey sâlih! Sen Cennete felâh bulursun. Ey ârif! Sen rızâ-yı İlâhîye nâil olursun. Ey âşık! Sen rü’yete mazhar olursun.’ Ve hâkezâ.” (Zülfikār, 25. Söz, 26)

4- Burada geçen “iki tâifeden” biri, Mekke müşriklerinin hayli mal ve servetle Sûriye’den dönmekte olan Ebû Süfyan idâresindeki kervanıydı. Bu haber yol güzergâhında bulunan Medîne civârına ulaşınca, Müslümanlar kervanın yolunu kesip, esâsen kendilerinin Mekke’de el konulan mallarına karşılık olmak üzere, bu malları kâfirlerden almayı düşünmüşlerdi. Ebû Süfyân ise Müslümanların hazırlığını yolda haber aldı ve bu haberi Mekke’ye ulaştırıp yardım talebinde bulundu. Ebû Cehil bunun üzerine Mekkelilerin neredeyse tamâmıyla yola çıktı. Cebrâîl (AS) bu haberi Resûl-i Ekrem (ASM)’a ulaştırdı. Ashâbdan bazıları bu gelişme karşısında: “Biz kervan için yola çıktık, böyle bir harb için hazırlığımız yoktur!” diyerek ma‘zeret beyân ettilerse de, Peygamber Efendimiz (ASM) cihâda hazırlık emri verdi. Ve nihâyet ihtilâf, ittifâka döndü. Ve bilindiği gibi Bedir Harbi denilen bu şânlı muhârebede müşrikler perişân edildi, gālibiyet ve zafer ehl-i îmânın oldu. (Nesefî, c. 2, 136)