118 . Eğer Rabbin dileseydi, insanları elbette (İslâm üzere) bir tek ümmet yapardı; fakat (onlar) ihtilâf eden kimseler olarak, (böyle) devâm edip duracaklardır.
119 . Ancak Rabbinin merhamet buyurduğu kimseler müstesnâ. Zâten onları bunun için (rahmete ehil olanları rahmet, ihtilâfa ehil olanları ihtilâf için) yarattı. Böylece Rabbinin, “Celâlim hakkı için, Cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım!” sözü tamâm oldu.
120 . (Ey Resûlüm!) Peygamberlerin haberlerinden, kendisi ile senin kalbini takviye edeceğimiz herşeyi sana anlatıyoruz. Bunda (bu sûrede) de sana hak ve mü’minlere bir nasîhat ve bir ihtar geldi.
121 . O hâlde, îmân etmeyenlere de ki: “Elinizden geleni yapın! Şübhesiz biz de (öyle) yapanlarız.”
122 . “Ve (siz bizim âkıbetimizi) bekleyin; doğrusu biz de (sizin âkıbetinizi) bekleyenleriz.”
123 . Hâlbuki göklerin ve yerin gaybı Allah’a âiddir ve bütün işler hep O’na döndürülür;(1) öyle ise O’na ibâdet et ve O’na tevekkül et! Çünki Rabbin, yapmakta olduklarınızdan gāfil değildir.
YÛSUF (AS) Sûresi
1 . Elif, Lâm, Râ.(2) Bunlar, apaçık Kitâb’ın âyetleridir.
2 . Şübhesiz ki biz onu, anlayasınız diye, Arabca bir Kur’ân olarak indirdik.
3 . Biz, bu Kur’ân’ı sana vahyetmekle, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Elbette (sen) ondan önce (bunlardan) habersiz olanlardan idin.
4 . Bir zaman Yûsuf babasına: “Ey Babacığım! Doğrusu ben (rüyâmda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; (hem) gördüm ki onlar bana secde eden kimselerdir” demişti.
1- “Nasıl ki bütün mevcûdât (varlıklar), vücûdları ve kıyâmları (var olmaları) ve bekāları (varlıklarının devâmı) cihetinde Kayyûm-ı zü’l-Celâl’e (herşeyi varlıkta tutan Allah’a) dayanıyorlar; kıyamları O’nunladır. Öyle de; mevcûdât, keyfiyât ve ahvâlinde (nasıl olduklarında ve hâllerinde) binler silsilelerin (birbirine bağlı iplerin), temsilde hatâ olmasın, telefon, telgraf silsilelerinin merkezi ve santral direği hükmünde olan sırr-ı Kayyûmiyette (herşeyi varlıkta tutan Allah olması sırrında), uçları: وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الْأَمْرُ كُلُّهُ [Ve bütün işlerin hepsi ancak O’na döndürülür] sırrıyla bağlıdır.
Eğer o nûrânî (nurlu) nokta-i istinâda (dayanma noktasına) dayanmazlarsa, ehl-i akılca (akıl sâhiblerince) muhâl ve bâtıl (imkânsız ve hakîkatsiz) olan binler devirler ve teselsüller (sebeb noktasında, tekrar birbirine dönerek bağlı kalma çâresizliği) lâzım gelecek; belki, mevcûdât adedince bâtıl olan devirler ve teselsüller lâzım gelir. Meselâ bu şey, hıfz (koruma) veya nûr veya vücûd (varlık) veya rızık gibi bir cihette buna dayanır, bu da ötekisine, o da daha ötekisine, gitgide herhâlde nihâyetsiz olamaz, bir nihâyeti bulunacak. İşte, bütün böyle silsilelerin müntehâları (sonları), elbette sırr-ı kayyûmiyettir. Sırr-ı Kayyûmiyet anlaşıldıktan sonra, o mevhum (vehmî olup, aslı olmayan) silsilelerde birbirine dayanmak râbıtası (bağı) vema‘nâsı kalmaz, kalkar; herşey doğrudan doğruya sırr-ı Kayyûmiyete bakar.” (Lem‘alar, 30. Lem‘a, 407)
2- “Sûrelerin başlarındaki hurûf-ı mukatta‘a (Elif, Lâm, Mîm gibi tek tek yazılan harfler) İlâhî bir şifredir. Hâs abdine (husûsî kulu Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a) onlarla bazı işâret-i gaybiye (gizli işâretler) veriyor. O şifrenin miftâhı (anahtarı) o abd-i hâs’dadır (ASM). Hem onun veresesindedir (vârisi olan âlimlerdedir). Kur’ân-ı Hakîm, mâdem her zaman ve her tâifeye (topluluğa) hitâb ediyor. Her asrın her tabakasının hissesini câmi‘ (içine alan) çok mütenevvi‘ vücuhları (çeşitli yönleri), ma‘nâları olabilir. Selef-i Sâlihîn (Sahâbe, Tâbiîn ve Tebe‘-i Tâbiîn) ise, en hâlis parça onlarındır ki, beyân etmişler.” (Mektûbât, 29. Mektûb, 241)
“الٓمٓ: Üç harfiyle üç hükme işârettir. Şöyle ki: Elif, هٰذَا كلَامُ اللّٰهِ اْلاَزَلِيُّ[Bu, Allah’ın ezelî kelâmıdır] hükmüne ve kazıyesine; Lâm, نَزَلَ بِه۪ جِبْر۪يلُ [Onu Cibrîl indirdi] hükmüne ve kazıyesine; Mîm, عَلٰي مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةِ وَالسَّلاَمُ [Muhammed (ASM)’a] hükmüne ve kazıyesine remzen ve îmâen (remiz ve îmâ ile) işârettir.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 29)