34,35,36 . O gün kişi, kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar!
37 . O gün onlardan her bir kişinin, kendine yetecek bir işi vardır!
38,39 . O gün öyle yüzler vardır ki, parlaktır, güleçtir, sevinçlidir!
40,41 . Yine o gün birtakım yüzler (de) vardır ki, üzerleri tozludur, onları bir karanlık (nursuzluk) kaplar!
42 . İşte onlar, kâfirlerin, fâcirlerin (hakka isyân edenlerin) ta kendileridir.
TEKVÎR Sûresi
1 . Güneş, tekvîr edildiği (dürüldüğü, nûru nârından ayrıldığı, ışığı giderildiği) zaman!
2 . Ve yıldızlar, (karartılarak) döküldüğü zaman!
3 . Ve dağlar, yürütüldüğü zaman!
4 . Ve yüklü develer, başıboş bırakıldığı zaman!
5 . Vahşi hayvanlar, bir araya toplandığı zaman!
6 . Denizler, tutuşturulduğu zaman!
7 . Nefisler, birleştirildiği (ruhlar, bedenlerle bir araya getirildiği) zaman!
8,9 . Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günahtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman!
10 . Sayfalar (amel defterleri), açıldığı zaman!
11 . Gökyüzü, (yerinden sökülüp) koparıldığı zaman!
12 . Cehennem, iyice alevlendirildiği zaman!
13 . Cennet, yaklaştırıldığı zaman!
14 . Her nefis, (hayır ve şer) ne hazırlamış olduğunu bilecektir!
15,16,17 . Artık yemîn ederim, (yörüngesini tamamlayıp) geri dönen o yıldızlara; o akıp akıp (gün ışıdığında) gizlenenlere!(1) Kararmaya başladığı zaman, geceye!
18 . Nefes aldığı (ağarmaya yüz tuttuğu) vakit, sabaha!
19,20 . Şübhesiz o (Kur’ân), elbette çok şerefli bir elçinin (Cebrâîl’in, vahiyden ibâret) sözüdür! (O elçi) pek kuvvetlidir; arşın sâhibi (Allah’ın) katında çok i‘tibarlıdır.
1- “Evet, seyyar yıldızlara ve istitar ve intişarlarına (gizlenip ortaya çıkmalarına) işâret eden şu âyet, gāyet âlî (yüksek) bir nakş-ı san‘at ve âlî bir levha-i ibret, nazar-ı temâşâya (seyreden bakışlara) gösteriyor. (...) Şu خُنَّسٌ [Geri dönenler] كُنَّسٌ [Gizlenenler] ta‘bîr edilen seyyâreleriyle (gezegenleriyle) şu zemînimizi kâinât fezâsında birer gemi, birer tayyâre sûretinde kemâl-i intizâm ile döndüren ve seyr ü seyâhat ettiren Zât’ın haşmet-i rubûbiyetini (terbiye ve idâre ediciliğinin azametini) ve şa‘şaa-i saltanat-ı ulûhiyetini (umûm kâinâta hâkim göz kamaştırıcı ilâhlığını), güneş gibi parlaklığıyla gösteriyorlar. Bak bir saltanatın haşmetine ki, gemileri ve tayyâreleri içinde öyleleri var ki, bin def‘a küre-i arz (dünya) kadar bir cesâmette (büyüklükte) ve bir sâniyede sekiz saat mesâfeyi kat‘ eden (geçen) sür‘attedir! İşte böyle bir Sultâna ubûdiyet ve îmânla intisâb etmek (bağlanmak) ve şu dünyada O’na misâfir olmak, ne kadar âlî birsaâdet, ne derece büyük bir şeref olduğunu kıyâs et!” (Mektûbât, 3. Mektûb, 11)