27 . Ve onun (o hâlis şarabın) katkısı “Tesnîm”dendir!
28 . (O Tesnîm ise Cennette) bir pınardır ki, ondan (Allah’a) yakın kılınanlar içer!
29 . Şübhesiz ki o suç işleyen (kâfir)ler, bir kısım îmân edenlere (dünyada iken) gülerlerdi.
30 . Ve onların yanlarından geçtiklerinde, (alay ederek) birbirlerine kaş göz işâreti yaparlardı.
31 . Âilelerine döndükleri zaman da (onlarla alay etmekten) zevk duyan kimseler olarak dönerlerdi.
32 . Ve onları gördüklerinde: “Şübhesiz bunlar gerçekten sapıtmış kimseler!” derlerdi.
33 . Hâlbuki (o kâfirler), onların üzerine muhâfızlar olarak gönderilmemişlerdi.
34 . İşte bu gün de, îmân edenler kâfirlere gülerler!
35 . Tahtlar üzerinde seyredecekler!
36 . Kâfirler, yapmakta olduklarıyla cezâlandırıldılar mı? (Evet!)
İNŞİKĀK Sûresi
1,2 . Gök inşikāk ettiği (yarıldığı) ve Rabbi(nin emri)ne kulak verip de, (bu itâate) lâyık kılındığı zaman!
3,4,5 . Yer uzatıl(ıp dümdüz yapıl)dığı, içindekileri atıp boşaldığı ve Rabbi(nin emri)ne kulak verip de, (o da bu itâate) lâyık kılındığı zaman!(1)
6 . Ey insan! Şübhesiz ki sen (o gün), Rabbine (kavuşuncaya) kadar çabalamakla didinip durucusun! Nihâyet onunla (o yaptığın amelle) karşılaşacak olansın!
7,8 . O zaman kimin kitâbı (amel defteri), sağ eline verilirse, artık kolay bir hesabla hesâba çekilecek!
9 . Ve sevinçli olarak âilesine dönecektir!
10,11,12 . Ama kimin de kitâbı (amel defteri) arka tarafından verilirse, artık (ölüp de kurtulmayı temennî ederek) helâki çağıracak ve alevli ateşe girecektir!
13 . Çünki o, (dünyada) âilesi içinde (emirlerimize isyân ederek şımarmakla orada) sevinçli idi.
1- “(Bu âyet-i kerîmeler,) gök ve zemînin Cenâb-ı Hakk’ın emrine karşı derece-i inkıyâd (bağlılık derecelerini) ve itâatlerini şöyle âlî bir üslûb (yüksek bir ifâde tarzı) ile beyân eder ki: Nasıl bir kumandan-ı a‘zam, mücâhede (cihâd) ve manevra ve ahz-ı asker (asker alma) şu‘beleri gibi, mücâhedeye lâzım işler için iki dâireyi teşkîl edip açmış. O mücâhede, o muâmele işi bittikten sonra, o iki dâireyi başka işlerde kullanmak ve tebdîl ederek isti‘mâl etmek (değiştirerek kullanmak) için o kumandan-ı a‘zam o iki dâireye müteveccih olur (yönelir). O dâireler, her birisi hademeleri lisânıyla veya nutka gelip kendi lisânıyla der ki: ‘Ey kumandanım! Bir parça mühlet ver ki, eski işlerin ufak tefeklerini, pırtı-mırtılarını temizleyip dışarı atayım, sonra teşrîf ediniz. İşte atıp senin emrine hâzır duruyoruz! Buyurun ne yaparsanız yapınız! Senin emrine münkādız (boyun eğmişiz)! Senin yaptığın işler bütün hak, güzel, maslahattır.’
Öyle de: Semâvât ve arz, böyle iki dâire-i teklîf ve tecrübe ve imtihân için açılmıştır. Müddet bittikten sonra semâvât ve arz, dâire-i teklîfe (imtihan dünyasına) âid eşyâyı (şeyleri) emr-i İlâhiyle bertaraf eder. Derler: ‘Yâ Rabbenâ! Buyurun, ne için bizi istihdâm edersen et! Hakkımız,sana itâattir (boyun eğmektir)! Her yaptığın şey de haktır!’ ” (Zülfikār, 25. Söz, 10-11)