Kur'an-ı Kerim Meali
ARA
SÛRELER

12,13,14 . Doğrusu Rabbinin (kıskıvrak tutup) yakalayışı, elbette pek şiddetlidir! Şübhesiz ki (ilk olarak mahlûkātı yaratmaya) başlayan ve (âhirette o yaratmayı tekrar) iâde eden ancak O’dur. Ve O, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Vedûd (kullarını çok seven)dir.(1)

15 . Arşın sâhibidir; Mecîd (şânı pek yüce)dir.

16 . Ne dilerse, (dilediği gibi) hakkıyla yapandır.

17,18 . (Ey Resûlüm!) Sana o orduların, Fir‘avun ve Semûd’un (helâk oluş) haber(ler)igeldi mi?

19,20 . Hayır! O inkâr edenler (hâlâ) bir yalanlama içindedirler! Hâlbuki Allah, onları arkalarından kuşatıcıdır. (Geriye dönüşleri yoktur.)

21 . Bil‘akis o (yalanladıkları kitab), şerefli bir Kur’ân’dır.

22 . Levh-i Mahfûz’da (korunmuş bir levhada)dır.

TÂRIK Sûresi


1 . Yemîn olsun o göğe ve Târık’a!

2,3 . Târık’ın ne olduğunu sana ne bildirdi? O, (nûruyla karanlığı) delen yıldızdır.

4,5,6 . Hiçbir nefis yoktur ki, üzerinde bir gözetici (koruyucu melek) bulunmasın! O hâlde insan, neden yaratıldığına bir baksın! (O) atılan bir sudan yaratıldı.

7 . (Bu su) bel kemiği ile göğüs kemikleri arasın(daki uzuvlar)dan çıkar.

8 . Şübhesiz ki O (Allah), onu geri döndürmeğe (öldürdükten sonra tekrar diriltmeğe) elbette gücü yetendir.

9 . O gün (kalblerde bulunan) sırlar ortaya çıkarılır.

10 . O (insan) için ne bir kuvvet vardır, ne de bir yardımcı!

11 . Yemîn olsun o dönüşlü (hâlden hâle giren) göğe!

12 . O (bitkilerle yarılarak) yarıklar sâhibi olan yeryüzüne!

13,14 . Şübhesiz ki o (Kur’ân), elbet (hak ile bâtılı) ayıran bir sözdür. Ve o, şaka değildir!

15,16 . Gerçekten onlar, (Kur’ân’ı ibtâl etmek için) bir hîle olarak tuzak kuruyorlar. (Ben de) bir hîle ile (kurdukları) tuzak(larını ibtâl) ederim!

17 . (Ey Habîbim!) O hâlde kâfirlere (azâb edeceğimiz vakte kadar) mühlet ver; onlara azıcık süre tanımakla, biraz (kendi hâllerine) bırak!


1- “Ma‘lûmdur ki; her kalb, kendine ihsân edeni (iyilik edeni) sever ve hakîkî kemâle (olgunluğa) muhabbet eder ve ulvî cemâle meftûn olur. Kendiyle berâber sevdiği ve şefkat ettiği zâtlara dahi ihsân edeni daha pek çok sever. Acabâ, (...) her bir isminde binler ihsan defîneleri bulunan ve bütün sevdiklerimizi ihsânâtıyla mes‘ûd eden ve binler kemâlâtın menbaı (kaynağı) olan ve binler tabakāt-ı cemâlin medârı (güzellik mertebelerinin sebebi) olan binbir esmâsının müsemmâsı olan Cemîl-i zü’l-Celâl, Mahbûb-ı zü’l-Kemâl, ne derece aşk ve muhabbete lâyık olduğu ve bütün kâinât, onun muhabbetiyle mest ü sergerdân (kendinden geçmiş) olmasının şâyeste (lâyık) bulunduğu anlaşılmaz mı? İşte şu sırdandır ki; ‘Vedûd’ (kullarını çok seven) ismine mazhar bir kısım evliyâ: ‘Cenneti istemiyoruz. Bir lem‘a-i muhabbet-i İlâhiye (Allah’ınsevgisinin bir parıltısı), ebeden bize kâfîdir’ demişler.” (Sözler, 32. Söz, 289-290)