64 . Hâlbuki bu dünya hayâtı, bir eğlence ve bir oyundan başka bir şey değildir. Şübhesiz âhiret yurdu ise, elbette asıl hayat odur.(1) Keşke bilselerdi!
65 . Bununla berâber, gemiye bindikleri zaman, dinde O’na (karşı) ihlaslı (samîmî) kimseler olarak Allah’a yalvarırlar. Fakat (Allah) onları karaya (çıkararak) kurtarınca, bir de bakarsın ki onlar (yine O’na) ortak koşuyorlar!
66 . Tâ ki kendilerine verdiğimiz şeylere (ni‘metlere) nankörlük etsinler ve zevke dalsınlar! Fakat (onlar yaptıklarının âkıbetini) ileride bilecekler!
67 . Etraflarından insanlar kapılıp götürülürken (kimisi öldürülüp, kimisi esîr edilirken) şübhesiz bizim (Mekke’yi) emniyet içinde, dokunulmaz bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâlâ bâtıla inanıp, Allah’ın ni‘metini inkâr mı ediyorlar?
68 . Hâlbuki Allah’a bir yalanı iftirâ edenden veya kendisine geldiğinde hakkı yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Cehennemde kâfirlere bir yer mi yok?
69 . Bizim uğrumuzda cihâd edenlere gelince, onları mutlakā yollarımıza eriştireceğiz. Şübhesiz ki Allah, elbette iyilik edenlerle berâberdir.
RÛM Sûresi
1 . Elif, Lâm, Mîm.(2)
2,3,4,5 . Rum’lar (Arab’ların bulunduğu bölgeye) pek yakın bir yerde (müşrik olan Îranlılara) mağlûb oldu; fakat onlar bu mağlûbiyetlerinden sonra, birkaçsene içinde (üç ile dokuz yıl arasında, Îranlılara) gālib geleceklerdir.(3) Önünde de sonunda da emir Allah’ındır; o gün mü’minler de Allah’ın yardımıyla sevinecektir. (O,) dilediğine yardım eder. Çünki O, Azîz (kudreti herşeye üstün gelen)dir, Rahîm (çok merhamet eden)dir.
1- “İnsan bir yolcudur. Sabâvetten (çocukluktan) gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre (dirilmeye), haşirden ebede kadar insanın yolculuğu devâm eder. Her iki hayâtın levâzımâtı, Mâlikü’l-Mülk (mülkün tek sâhibi olan Allah) tarafından verilmiştir. Fakat o levâzımâtı, cehlinden (câhilliğinden) dolayı tamâmen bu hayât-ı fâniyeye sarfediyor. Hâlbuki, o levâzımâttan lâekal (en az) onda birini dünyevî hayâta, dokuzunu hayât-ı bâkîyeye (ebedî âhiret hayâtına) sarf etmek gerektir. Acabâ birkaç memleketi gezmek için hükûmetten yirmi dört lira harcırah alan bir me’mur, ilk dâhil olduğu memlekette yirmi üç lirasını sarf ederse, öteki yerlerde ne yapacaktır? Hükûmete ne cevab verecektir? Böyle yapan bir kimse kendisine akıllı diyebilir mi?” (Mesnevî-i Nûriye, Şemme, 200)
2- “Sûrelerin başlarındaki hurûf-ı mukatta‘a (Elif, Lâm, Mîm gibi tek tek yazılan harfler) İlâhî bir şifredir. Hâs abdine (husûsî kulu Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a) onlarla bazı işâret-i gaybiye (gizli işâretler) veriyor. O şifrenin miftâhı (anahtarı) o abd-i hâs’dadır (ASM). Hem onun veresesindedir (vârisi olan âlimlerdedir). Kur’ân-ı Hakîm, mâdem her zaman ve her tâifeye (topluluğa) hitâb ediyor. Her asrın her tabakasının hissesini câmi‘ (içine alan) çok mütenevvi‘ vücuhları (çeşitli yönleri), ma‘nâları olabilir. Selef-i Sâlihîn (Sahâbe, Tâbiîn ve Tebe‘-i Tâbiîn) ise, en hâlis parça onlarındır ki, beyân etmişler.” (Mektûbât, 29. Mektûb, 241)
“الٓمٓ: Üç harfiyle üç hükme işârettir. Şöyle ki: Elif, هٰذَا كلَامُ اللّٰهِ اْلاَزَلِيُّ[Bu, Allah’ın ezelî kelâmıdır] hükmüne ve kazıyesine; Lâm, نَزَلَ بِه۪ جِبْر۪يلُ [Onu Cibrîl indirdi] hükmüne ve kazıyesine; Mîm, عَلٰي مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةِ وَالسَّلاَمُ [Muhammed (ASM)’a] hükmüne ve kazıyesine remzen ve îmâen (remiz ve îmâ ile) işârettir.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 29)
3- Mekke müşrikleri, o günlerde kendileri gibi müşrik olan Îran Devleti’nin, ehl-i Kitab olan Doğu Roma İmparatorluğuna galebesiyle sevinmişler ve kendilerinin de Müslümanlara böyle gālib geleceklerini söylüyorlardı. Hz. Ebû Bekir (ra) bir tartışma üzerine Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden Übey bin Halef ile bu âyetteki müjdeye binâen iddiâya girdi. Sözleşmeye göre, üç sene içinde Romalılar gālib gelirse Hz. Sıddîk (ra) on deve alacak, aksi hâlde verecekti. Peygamberimiz bundan haberdâr olduğunda بِضْعٌ ta‘bîrinin üç ile dokuz arası rakamlara delâlet ettiğini, dolayısıyla süreyi dokuza, develeri yüze yükseltmesini buyurdular. Sözleşmeyenilendi. Yedinci yılının başlarında Romalılar beklenmedik şekilde gālib gelmekle, Hz. Ebû Bekir (ra) develeri o müşrikin vârislerinden aldı ve hepsini tasadduk etti. (Celâleyn Şerhi, c. 6, 86)