Kur'an-ı Kerim Meali
ARA
SÛRELER

ENBİYÂ Sûresi


1 . İnsanlara hesabları yaklaştı; fakat onlar (hâlâ) gaflet içinde (o güne îmân ile hazırlanmaktan) yüz çeviren kimselerdir.

2,3 . Rablerinden kendilerine gelen her yeni nasîhati, ancak alaya alarak, onu kalbleri gaflet içinde dinlerler. Ve o zulmedenler, (aralarında) şu fısıldamaları gizli tuttular: “Bu (Muhammed), sâdece sizin gibi bir insan değil midir?(1) Şimdi siz, görüp dururken sihre mi geliyorsunuz?”

4 . (Peygamber:) “Rabbim, gökte ve yerde (konuşulan) her sözü bilir. Çünki O, Semî‘ (herşeyi işiten)dir, Alîm (hakkıyla bilen)dir” dedi.

5 . (Onlar: “Kur’ân sihirdir” dedikten sonra:) “Hayır! (Bunlar) karmakarışık rüyâlardır. Hayır! Onu (kendisi) uydurmuştur. Hayır! O bir şâirdir; o hâlde (gerçekten peygamberse) öncekilere gönderildiği gibi, (o da) bize bir mu‘cize getirsin!” dediler.

6 . Onlardan önce, kendisini helâk ettiğimiz hiçbir şehir (halkı) îmân etmemişti; şimdi onlar mı îmân edecekler?

7 . Senden önce de kendilerine vahyetmekte olduğumuz birtakım erkeklerden başkasını (peygamber olarak) göndermedik; eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre (âlimlere) sorun!

8 . Hem onları yemek yemeyen cesedler yapmadık; (onlar) ölümsüz kimseler de değillerdi.

9 . Sonra onlara (verdiğimiz) sözü yerine getirdik de kendilerini ve dilediğimiz kimseleri kurtardık; haddi aşanları ise helâk ettik.

10 . And olsun ki size, içinde zikriniz bulunan (sizi şereflendiren) bir Kitab indirdik. Hiç akıl erdirmiyor musunuz?


1- “Cenâb-ı Hakk onu beşer (insan) sûretinde göndermiş, tâ insanın ahvâl-i ictimâiyelerinde (cem‘iyet hayâtındaki hâllerinde) dünyevî, uhrevî (dünya ve âhiret) saâdetlerini kazandıracak a‘mâl ve harekâtlarında (amel ve hareketlerinde) rehber olsun ve imam olsun ve herbiri birer mu‘cizât-ı kudret-i İlâhiye (Allah’ın kudret mu‘cizeleri) olan âdiyât (basit şeyler) içindeki hârikulâde olan san‘at-ı Rabbâniyeyi ve tasarruf-ı kudret-i İlâhiyeyi göstersin. Eğer ef‘âlinde (fiillerinde) beşeriyetten çıkıp hârikulâde olsa idi, bizzat imam olamazdı; ef‘âliyle, ahvâliyle (hâlleriyle), etvârıyla (tavırlarıyla) ders veremezdi. Fakat yalnız nübüvvetini (peygamberliğini) muannidlere (inadcılara) karşı isbât etmek için hârikulâde işlere mazhar olur ve indelhâce (ihtiyaç ânında) ara sıra mu‘cizâtı gösterirdi. Fakat sırr-ı teklîf olan imtihan ve tecrübe muktezâsıyla (gereğiyle), elbette bedâhet derecesinde (açıkça) ve ister istemez tasdîke mecbur kalacak derecede mu‘cize olmazdı. Çünki sırr-ı imtihan ve hikmet-i teklif iktizâ eder (gerektirir) ki, akla kapı açılsın ve aklın ihtiyârı (seçmesi) elinden alınmasın. Eğer gāyet bedîhî (apaçık) bir sûrette olsa, o vakit aklın ihtiyârı kalmaz. Ebû Cehil de, Ebû Bekir (ra) gibi tasdîk eder. İmtihan ve teklîfin fâidesi kalmaz. Kömür ile elmas bir seviyede kalırdı.”(Zülfikār, 19. Mektûb, 5-6)