27 . Nihâyet onu (o kıyâmeti) yakından gördüklerinde, inkâr edenlerin yüzleri kötüleşir ve (kendilerine): “İşte kendisini(n olmadığını) iddiâ edip durduğunuz (azab) budur!” denilir.
28 . De ki: “Söyleyin bana! Eğer Allah, beni ve berâberimde bulunanları (sizin temennî ettiğiniz gibi) helâk etse (hepimizi öldürse) veya bize merhamet buyursa (da ecelimizi ertelese), artık kâfirleri (pek) elemli bir azabdan kim kurtaracak?”
29 . De ki: “O, Rahmândır; O’na îmân ettik ve ancak O’na tevekkül ettik. Artık kimin apaçık bir dalâlet içinde olduğunu yakında bileceksiniz!”
30 . De ki: “Söyleyin bana! Eğer suyunuz (yerin dibine) çekilecek olsa, artık size kim bir akar su getirebilir?”(1)
KALEM Sûresi
1,2 . Nûn.(2) Kalem’e ve yazmakta oldukları şeylere yemîn olsun! (Ey Habîbim!) Rabbinin ni‘meti sâyesinde, sen bir mecnun değilsin!
3 . Hem şübhesiz ki senin için, elbette kesintiye uğramayacak olan bir mükâfât vardır.
4 . Ve muhakkak ki sen, gerçekten yüce bir ahlâk üzerindesin!(3)
5,6 . Artık hanginizin fitneye tutulmuş (bir mecnun) olduğunu, yakında (sen de) göreceksin ve (onlar da) görecekler!
7 . Şübhe yok ki, yolundan sapanları en iyi bilen ancak Rabbindir, hidâyete erenleri de en iyi bilen O’dur.
8 . O hâlde (hakkı) yalanlayanlara itâat etme!
9 . (Onlar) arzu ettiler ki, (sen, kendilerine) yumuşak davranasın da, (onlar dasana hoşgörülü ve) yumuşak davransınlar!
10,11,12,13,14 . (Habîbim, yâ Muhammed!) Çok yemîn eden, aşağılık (kıymetli bir görüşe sâhib olmayan), dâimâ ayıplayan (insanların arkasından dudak büken), hep koğuculuk peşinde gezen, her zaman hayra mâni‘ olan, haddi aşan (hakkı çiğneyen), alabildiğine günahkâr, zorba; bun(lar)dan sonra (bir de) soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine, mal ve oğullar sâhibi oldu diye itâat etme!
15 . Ona (onlardan birine), âyetlerimiz okunduğu zaman: “Evvelkilerin masalları!” dedi.
1- Bir hadîs-i şerîfte Peygamberimiz (ASM): “Bu âyeti okuyan kimse, مَع۪ينٍ den sonra اَللّٰهُ رَبُّ الْعاَلَم۪ينَ [Alemlerin Rabbi olan Allah] demelidir!” buyurmuştur. (Celâleyn Şerhi, c. 8, 70)
2- “Sûrelerin başlarındaki hurûf-ı mukatta‘a (Elif, Lâm, Mîm gibi tek tek yazılan harfler) İlâhî bir şifredir. Hâs abdine (husûsî kulu Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a) onlarla bazı işâret-i gaybiye (gizli işâretler) veriyor. O şifrenin miftâhı (anahtarı) o abd-i hâs’dadır (ASM). Hem onun veresesindedir (vârisi olan âlimlerdedir). Kur’ân-ı Hakîm, mâdem her zaman ve her tâifeye (topluluğa) hitâb ediyor. Her asrın her tabakasının hissesini câmi‘ (içine alan) çok mütenevvi‘ vücuhları (çeşitli yönleri), ma‘nâları olabilir. Selef-i Sâlihîn (Sahâbe, Tâbiîn ve Tebe‘-i Tâbiîn) ise, en hâlis parça onlarındır ki, beyân etmişler.” (Mektûbât, 29. Mektûb, 241)
“الٓمٓ: Üç harfiyle üç hükme işârettir. Şöyle ki: Elif, هٰذَا كلَامُ اللّٰهِ اْلاَزَلِيُّ[Bu, Allah’ın ezelî kelâmıdır] hükmüne ve kazıyesine; Lâm, نَزَلَ بِه۪ جِبْر۪يلُ [Onu Cibrîl indirdi] hükmüne ve kazıyesine; Mîm, عَلٰي مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةِ وَالسَّلاَمُ [Muhammed (ASM)’a] hükmüne ve kazıyesine remzen ve îmâen (remiz ve îmâ ile) işârettir.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 29)
3- “Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Hakîm’de: وَ اِنَّكَ لَعَلٰي خُلِقٍ عَظ۪يمٍ [Ve muhakkak ki sen, gerçekten yüce bir ahlâk üzerindesin!] fermân eder. Rivâyet-i sahîha (sahih bir hadîs) ile Hazret-i Âişe-i Sıddîka (ra) gibi sahâbe-i güzîn, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı ta‘rîf ettikleri zaman خُلْقُهُ الْقُرْاٰنُ [O’nun ahlâkı, Kur’ân’dır] diye ta‘rîf ediyorlardı. Yani Kur’ân’ın beyân ettiği mehâsin-i ahlâkın (ahlâkın güzelliklerinin) misâli, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Ve o mehâsini (güzellikleri) en evvel imtisâl eden (uyan) ve fıtraten (yaratılışça) o mehâsin üzerinde yaratılan O’dur. İşte böyle bir Zât’ın (ASM) ef‘âl (fiiller), ahvâl (hâller), akvâl (sözler) ve harekâtının her birisi, nev‘-ibeşere birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, O’na îmân eden ve ümmetinden olan gāfillerin, sünnetine ehemmiyet vermeyenlerinin veyâhut tağyîr etmek (değiştirmek) isteyenlerinin ne kadar bedbaht olduklarını dîvâneler de anlar.” (Lem‘alar, 11. Lem‘a, 61)