89 . Kim iyilikle gelirse, artık ona ondan daha hayırlısı vardır. Ve onlar o gün korkudan emîn olan kimselerdir.
90 . Kim de kötülükle gelirse, bunun üzerine (onlar) yüzleri üstü ateşe atılırlar. (Ve kendilerine:) “Yapmakta olduğunuz şeylerden başkasıyla mı cezâlandırılıyorsunuz?” (denilir).
91,92 . (Ey Resûlüm! De ki:) “(Ben) ancak, (Allah’ın) haram (ve emîn) kıldığı bu şehrin (Mekke’nin) Rabbine kulluk etmekle emrolundum; herşey ise O’nundur. Ve (ben) Müslümanlardan olmakla, hem (size) Kur’ân okumakla emrolundum.” O hâlde kim hidâyete gelirse, artık ancak kendisi için hidâyete gelmiş olur. Kim de dalâlete düşerse, o takdirde (onlara) de ki: “Ben ancak (Allah’ın azâbını haber vermekle) korkutucu olanlardanım.”
93 . Ve de ki: “Hamd, Allah’a mahsustur.(1) (O) size âyetlerini yakında gösterecek de onları tanıyacaksınız.” Ve Rabbin, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir!
KASAS Sûresi
1 . Tâ, Sîn, Mîm.(2)
2 . Bunlar apaçık beyân eden Kitâb’ın âyetleridir.
3 . (Ey Resûlüm!) Îmân edecek bir kavim için, Mûsâ ile Fir‘avun’un haberinden (kıssalarından) bir kısmını sana gerçek şekliyle okuyacağız.
4 . Gerçekten Fir‘avun o memlekette (Mısır’da) zorbalığa kalktı ve halkını (kendisine muhâlefet etmesinler diye) çeşitli fırkalara böldü. Onlardan bir kısmını (İsrâiloğullarını) güçsüz bırakmak istiyor, (yeni doğan) oğullarını boğazlıyor, kadınlarını(kızlarını) ise sağ bırakıyordu. Çünki o fesad çıkaranlardandı.
5 . Hâlbuki (biz, onları bu devrelerden geçirmekle) istiyorduk ki, o memlekette güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları (insanlara) rehberler yapalım ve onları (Fir‘avun’un memleketine) vâris olan kimseler kılalım.
1- “Evet Ma‘bûd-ı bi’l-Hakk (ibâdete hakkıyla lâyık olan) yalnız o Kadîr-i zü’l-Celâl (sonsuz kudret ve celâl sâhibi) olduğu gibi, Mahmûd-ı bi’l-ıtlak (nihâyetsiz övgüye lâyık olan) yine yalnız O’dur. İbâdet ona mahsus olduğu gibi, hamd ü senâ (övgü) dahi ona hâsdır. (...) Hiç mümkün müdür ki: Hakîm, Alîm (sonsuz hikmet ve ilim sâhibi) bir Zât, bir ağacı gāyet ehemmiyetle tedbîr ve tasvîr edip (şekillendirip) ve gāyet derecede hikmetle idâre ve terbiye ettiği hâlde, o ağacın gāyesi, fâidesi olan meyvelerine bakmayıp, ehemmiyet vermesin; hırsız ellere, boş yerlere dağılsın, zâyi‘ olsun? Elbette bakmamak, ehemmiyet vermemek olamaz. Ağaca ehemmiyet vermek, meyveleri içindir. İşte, şu kâinâtın zîşuûru (şuûr sâhibi) ve en mükemmel meyvesi ve netîcesi ve gāyesi, insandır. Şu kâinâtın Sani‘-i Hakîm’i (herşeyi hikmetle yaratan san‘atkârı) mümkün müdür ki, şu zîşuûr meyvelerin meyveleri olan hamd ve ibâdeti, şükür ve muhabbeti başkalara verip, hikmet-i bâhiresini (apaçık hikmetini) hiçe indirsin. Veyâhut kudret-i mutlakasını (sonsuz kudretini) acze kalb ettirsin (çevirsin). Veyâhut ilm-i muhîtini (herşeyi içine alan ilmini) cehleçevirsin? Yüz bin def‘a hâşâ!” (Mektûbât, 20. Mektûb, 68)
2- “Sûrelerin başlarındaki hurûf-ı mukatta‘a (Elif, Lâm, Mîm gibi tek tek yazılan harfler) İlâhî bir şifredir. Hâs abdine (husûsî kulu Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a) onlarla bazı işâret-i gaybiye (gizli işâretler) veriyor. O şifrenin miftâhı (anahtarı) o abd-i hâs’dadır (ASM). Hem onun veresesindedir (vârisi olan âlimlerdedir). Kur’ân-ı Hakîm, mâdem her zaman ve her tâifeye (topluluğa) hitâb ediyor. Her asrın her tabakasının hissesini câmi‘ (içine alan) çok mütenevvi‘ vücuhları (çeşitli yönleri), ma‘nâları olabilir. Selef-i Sâlihîn (Sahâbe, Tâbiîn ve Tebe‘-i Tâbiîn) ise, en hâlis parça onlarındır ki, beyân etmişler.” (Mektûbât, 29. Mektûb, 241)
“الٓمٓ: Üç harfiyle üç hükme işârettir. Şöyle ki: Elif, هٰذَا كلَامُ اللّٰهِ اْلاَزَلِيُّ[Bu, Allah’ın ezelî kelâmıdır] hükmüne ve kazıyesine; Lâm, نَزَلَ بِه۪ جِبْر۪يلُ [Onu Cibrîl indirdi] hükmüne ve kazıyesine; Mîm, عَلٰي مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةِ وَالسَّلاَمُ [Muhammed (ASM)’a] hükmüne ve kazıyesine remzen ve îmâen (remiz ve îmâ ile) işârettir.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 29)