26 . Gecenin bir kısmında da O’na secde et (akşamla yatsı namazını kıl) ve gecenin uzun bir bölümünde O’nu tesbîh et (teheccüd namazı kıl)!
27,28 . Şübhe yok ki şunlar (kâfirler), âcil olanı (çabuk geçen dünya hayâtını) seviyorlar da, önlerindeki ağır bir günü (kıyâmeti) bırakıyorlar. Onları biz yarattık ve mafsallarını (birbirine) sımsıkı bağladık. Dilediğimiz zaman da, (onları helâk eder) yerlerine benzerlerini getiririz.
29 . Şübhesiz ki bu bir nasîhattir. Artık isteyen Rabbine doğru bir yol tutar.
30 . Hem, Allah (sizin serbestçe istemenizi) dilemedikçe, (siz) isteyemezsiniz!(1) Muhakkak ki Allah, Alîm (herkesin hâlini bilen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.
31 . O, dilediği kimseyi rahmetine dâhil eder. Zâlimlere gelince, onlar için çok elemli bir azab hazırlamıştır.
MÜRSELÂT Sûresi
1,2 . Yemîn olsun (emirlerle) birbiri ardınca gönderilenlere (o mürselât’a) ve şiddetli bir şekilde estikçe esen (geçip giden melek)lere!
3 . Ve (o emirleri) yaydıkça yayanlara!
4 . Artık (hak ile bâtılı) ayırdıkça ayıranlara!
5,6 . Hem (tevbe edenleri) ma‘zur kılmak veya (günah işleyenleri) korkutmak için (peygamberlere) zikir (vahiy) bırakanlara!
7 . Şübhesiz ki va‘d olunup durduğunuz (o kıyâmet) mutlakā vâki‘ (olacak)tır.
8,9,10,11 . Nihâyet yıldızlar söndürüldüğü zaman, gök yarıldığı zaman, dağlar ufalanıp savrulduğu zaman, peygamberlere (ümmetleri hakkında şâhidliketmeleri için) vakit belirlendiği zaman!
12 . (Denilir ki:) “(Bu şâhidlik) hangi güne ertelendi?”
13 . (Mahlûkātın arasını) ayırma (hüküm verme) gününe!
14 . O ayırma gününü sana ne bildirdi?
15 . Yalanlayanların o gün vay hâline!
16,17 . Biz önceki (kâfir)leri (isyanları sebebiyle) helâk etmedik mi? Sonra geridekileri onların peşine takarız.
18 . İşte o günahkârlara, böyle yaparız!
19 . Yalanlayanların o gün vay hâline!
1- “Hazret-i Ya‘kūb’dan sorulmuş ki: ‘Ne için Mısırdan gelen gömleğinin kokusunu işittin de, yakınında bulunan Ken‘an kuyusundaki Yûsuf’u görmedin?’ Cevâben demiş ki: ‘Bizim hâlimiz şimşekler gibidir; bazen görünür, bazen saklanır. Bazı vakit olur ki, en yüksek mevki‘de oturup her tarafı görüyoruz gibi oluruz. Bazı vakitte de ayağımızın üstünü göremiyoruz!’
Elhâsıl, insan her ne kadar fâil-i muhtâr (istediğini yapmakta serbest) ise de, fakat وَماَ تَشآَؤُنَ اِلَّآ اَنْ يَشآَءُاللّٰهُ [Ve Allah (sizin serbestçe istemenizi) dilemedikçe, (siz) isteyemezsiniz!] sırrınca, meşîet-i İlâhiye (Allah’ın istemesi) asıldır kader hâkimdir. Meşîet-i İlâhiye, meşîet-i insâniyeyi geri verir! اِذَاجآَءَالْقَدَرُ عَمِيَ الْبَصَرُ [Kader geldiği zaman göz kör olur!] (kāidesi) hükmünü icrâ eder. Kader söylese; iktidâr-ı beşer (insanın iktidârı)konuşmaz, ihtiyâr-ı cüz’î (insanın irâdesi) susar!” (Mektûbât, 15. Mektûb, 41)