Üçüncü Vecih: Şu dâr-ı dünyâ, meydân-ı imtihândır ve dâr-ı hizmettir; lezzet ve ücret ve mükâfât yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubûdiyettir; hastalıklar ve musibetler, dînî olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve o ubûdiyete çok muvâfık olur ve kuvvet verir. Ve herbir saati, bir gün ibâdet hükmüne getirdiğinden şekvâ değil, şükretmek gerektir. Evet, ibâdet iki kısımdır: Biri müsbet, biri menfîdir. Müsbet kısmı ma‘lûmdur. Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle musibetzede za‘fını hissedip Rabb-i Rahîm’ine ilticâ ederek teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvararak hâlis bir ubûdiyet yapar. Bu ubûdiyete riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse,