ONBEŞİNCİ ŞU‘
el-Huccetü’z-Zehrâ
Bir sûreti Ankara’ya Temyîz Mahkemesine verilmiştir.Afyon hapishânesine Said ile beraber giren ve Said’den el-Huccetü’z-Zehrâ’yı ders alan Nûr Şâkirdlerinin, ilmî bir müdâfaanâmeleridir. Evet biz nûr talebeleri, bizi mahkûm edenlere deriz: Madem mes’elemiz birdir. Saîdü’n-Nûrsî’nin aynı suçu ile mes’ûl oluyoruz. Madem bu yirmi senede pek şiddetli taharrîlerde ve mahkemelerin tedkîkinde, Said’in siyâsete ve emniyetin ihlâline dâir kat‘i bir maddesi bulunmamış; ve Denizli Mahkemesi’nde da‘vâ edip bizleri şâhid gösterdiği gibi, bizler de yakînen biliyoruz ki, Said otuz senedir siyâseti bırakmış ve gazeteleri okumamış. Ve on sene harb-i umûmîyi sormamış, merak etmemiş ve hükûmetin erkânı ve meb‘ûsları kimlermiş, bilmemiş, merak edip sormamış; ve istirahati için yirmi beş sene hiç mürâcaat etmemiş ve her sıkıntıya tahammül etmiş. Elbette onun suçu, siyâsî olamaz. Demek yalnız ve yalnız onun mevhûm suçu, ilmindendir. Belki de onun hayatını vakfettiği hakāik-i îmâniye ve Kur’âniye’nin beyânında medâr-ı mes’ûliyet bir şey var diye tevehhüm edilmiş. Hatta Denizli’de bu mezkûr hakîkate binâen Meyve Risâlesi’ni yazdı. Bir müdâfaa-i nûriye nâmında Ankara’nın yedi makamâtına gönderdi. Hem orada takdîr edildi,hem berâetimize bir sebeb oldu. İşte biz nûr talebeleri, bu Afyon hapsinde ders aldığımız el-Huccetü’z-Zehrâ’yı, aynen Meyve Risâlesi gibi bir müdâfaanâme olarak, berâ-yı ma‘lûmât makamınıza takdîm ediyoruz.Afyon hapishânesindeki Nûr Talebeleri
Makamâta giden el-Huccetü’z-Zehrâ’nın mukaddimesi
Mukaddime: Risâle-i Nûr’un gizli düşmanları münâfıklar, hükûmetin nazar-ı dikkatini benim şahsıma çevirdiler. Eski siyâsî hayatımı hatırlattırdılar. Hem adliyeyi, hem maârif dâiresini, hem zâbıtayı, hem dâhiliye vekâletini evhâmlandırdılar. Partilerin cereyânları ve komünistlerin perdesinde anarşistlerin tahrîkâtıyla o evhâm genişlendi. Bizi tazyîk ve tevkîfe; ve ellerine geçen Risâleleri müsâdereye başladılar. Nûr şâkirdlerinin fa‘âliyetine tevakkuf geldi. Benim şahsımı çürütmek fikriyle bir kısım resmî me’murlar, hiç kimsenin inanmayacağı isnâdlarda bulundular. Pek acîb iftirâları işâaya başladılar. Fakat kimseyi inandıramadılar. Sonra pek âdî bahanelerle ve zemherîrin en soğuk günlerinde beni tevkîf ederek, büyük ve gayet soğuk sobasız bir koğuşta iki gün tecrîd-i mutlak içinde